Kanal İstanbul tartışmaları, tartışmadan çıktı atışmaya dönüştü. İktidar, "ben ne olursa olsun yapacağım" derken İBB de, "ben de bu kanalın yapılmaması için elimden geleni yapacağım" diyor.
Tabi ağızlardan çıkan sözler, Karadeniz'in dalgaları gibi çok sert. Diğer taraftan da Marmara'nın suları gibi çok bulanık. Açıklamalar birbirini tutmuyor, taban tabana zıt ve bir önceki açıklamaları yalanlayan cinsten.
Kanal İstanbul denince vatandaşın aklına gelen ilk şey rant! Öyle değil mi?
İBB Başkanı Sayın İmamoğlu çıktı dedi ki, "2011'den bu tarafa proje alanı içerisinde 30 milyon metrekarelik arazi oynaması yapılmış. İsterlerse detayları veririz."
Ama iktidar detay istemedi ve rant iddialarını kesinlikle reddetti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum; "Kanal İstanbul güzergâhı üzerinde arsa rantına müsaade etmeyeceğiz" dedi.
Hatta Sayın Kurum çıtayı çok daha yükseğe çıkararak; "Daha önce hiçbir projede yapmadığımız gibi burada da bir arsa rantı söz konusu değildir. Arsa rantına asla izin vermeyiz, böyle bir durum yok" dedi.
Ve su bulandı!
Çevre ve Şehircilik Bakanı'nın sözlerini, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı yalanladı; "Evet, bu ve yaptığımız bütün yatırımlar bir rant projesidir" dedi.
Sayın Bakan rantın ne demek olduğunu da açıkladı; "Rant ne demektir, kâr demektir. Biz projelerimizin fizibilitesinde rantabilitesine bakıyoruz. Kârlı olmayan bir projeyi niye yapalım."
Tabi akla ilk gelen soru; kim kâr edecek sorusudur.
Örneğin bu güzergahta 53 dönüm arazi alan Kuveyt vatandaşı Wael N Y Alnusef mi?
Ya da aynı bölgede 9 dönüm arazi kapatan Suudi Arabistanlı iş adamı Sulaıman Al Muhaıdıb mi?
Yoksa Kanal İstanbul güzergâhında 44 dönüm arazi satın alan Katar Emiri'nin annesi Şeyha Moza mı?
Bir şık daha var! İş arayan, iş bulamayan veya asgari ücretle geçim derdine düşmüş ama Kanal İstanbul'u hararetle savunan vatandaşlarımız mı bu ranttan pay alacaklar?
Ha! Bir de CHP'liler bu ranttan bayağı bir pay alacaklarmış! Ben demiyorum. AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan diyor:
"CHP'liler, Kanal İstanbul güzergahında çok ciddi arsalar aldılar, araziler kapattılar." Vay anasını sayın seyirciler!
Bir başka bulanıklık da akıllı şehir başlığında oluştu. İlk günlerde bu güzergahta 1,2 milyon kişilik akıllı şehirler kuracağız demiştiler.
Ne oldu, nasıl olduysa şimdi 500 bin kişilik akıllı şehirler kuracağız diyor ve ekliyorlar, "İstanbul dışından kimse gelmeyecek."
Hadi canım!
Gerçeklere gelelim. Diyanet'in fetvasına rağmen inşaat sektörü artık ayağa kalkamaz. Türkiye'nin parası yok. Kasa boş. Vergi, ceza ve zamlarla ekonomi gitmez.
Vatandaşa soruyorum; bugüne kadar kaç çılgın, asrın, geleceğin projesi söylemleriyle karşılaştın. Bir kaçını hatırlatayım mı?
Fatih projesi vardı. Çocuğuna bir sor, Fatih'ten haber var mı? Bir de araştır, Fatih projesine ne kadar para harcandı!
Yavuz Sultan Selim, Osmangazi köprüleri ihtişamlı törenlerle açılmıştı. Hatırladın mı? Tabi ki hatırlıyorsun. Çünkü parasını hâlâ sen ödüyorsun.
İstanbul Havalimanı, hasta garantili şehir hastaneleri, yolcu garantili havalimanları, statlar, tepelere yapılan devasa camiler, yazlık, kışlık saraylar, uçaklar, yatlar; hepsi çılgın proje, ihtiyaç, gereklilik diye tanıtılmıştı.
Yuvarlak olarak 500 milyar TL gitti bu çılgınlıklara.
Bak! Geçen yılki bütçe açığı Cumhuriyet tarihinin rekoru. Tam 123 milyar 963 milyon TL. Üstüne 40 milyar TL de kefen parasını koy...
Kimden gitti bu paralar? Senden, benden.
Kime gitti? Rantçılara.
Neden gitti? Çılgın projeler yüzünden.
Akın Aydın
