Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu
"Ermeni soykırımı" iddialarının hedefi, ülkesi ve milletiyle Türkiye'dir. Nefret temelli bu büyük yalanın arkasında yatan; Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki savaşın, Haçlı Seferlerinin sürdürülmesi ihtirasıdır.
Fransa'nın, bu günü, 24 Nisan tarihini, sözde Ermeni Soykırımı nedeniyle "Ulusal Anma Günü" olarak ilân etmesi, dün işlediği, ortağı olduğu cinayet suçlarını örtme ve suçu başkalarına yıkma yüzsüzlüğüdür; Anadolu'da yaptığı katliamları gizleme politikasıdır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı topraklarının işgali sürecinde Adana'da bulunan 1.Fransız Tümeni karargâhında görevli Yüzbaşı Denis Leroy'un, 7 Şubat 1920 tarih ve 33/489 sayılı raporunda "Mustafa Kemal Paşa başarılı olursa, gelecekte, gerçekler ortaya çıkar ve Ermenilerin bizden aldıkları güç ve destek sayesinde yaptıkları katliamların ortağı durumuna düşeriz. Bölgedeki durumumuzu ve sonraki yıllarda insanlık önünde sıkıntıya düşmemizi önlemeye yönelik politikalarımızı Fransa'yı yönetenler yeniden belirlemelidir" şeklinde yer alan cümleler suçun itirafıdır.
Bu rapora Fransız Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen 30 Mart 1920 tarihli 7 sayfalık cevaptaki "Ermenilerin sadece bölgenizde değil Anadolu'nun farklı alanlarında da Müslümanlara karşı savunulamayacak işler (toplu katliamlar, halkı sürgüne zorlamalar) yaptığı bilgilerine sahibiz… Ancak unutmayınız ki, Türklerin sesi Avrupa'ya ulaşacak durumda değildir" sözleri de işin cabasıdır.
Fransa'nın cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve önceki cumhurbaşkanlarının 915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını savunmalarının arkasında Ermenilerin yaptığı katliamın suç ortağı ve azmettiricisi olmalarının korkusu ve paniği vardır. Suçluluk duygusudur bu…
Osmanlı devlet arşivleri, Ermenilerin 1915 yılında tehcir (zorunlu göç) kararının o insanların ırk, din ve benzeri özellikleriyle ilişkili olmayıp sadece o yıllarda birçok cephede yürütülmekte olan savaşın askeri gereksinimleri ile ilişkili olduğunu kesin belgelerle ortaya koyar. İsyan eden silahlı Ermeni çeteleri düşman güçlerine yardım ve yataklık yapıyor, Osmanlı ordusunu cephe gerisinden sabote ediyordu. Bu durumda hükûmetin müdahalesi kaçınılmazdı.
Türk devlet arşivlerine göre, yarım milyondan fazla Müslüman (Türk ve Kürt) silahlı Ermeni çetelerinin elinde can verdi.
Arşivler böyle… Hukuk açısından da Ermeni Soykırımı iddiası çökmüştür; 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin 2.maddesi, soykırım suçunun oluşması için çok önemli iki koşul öngörüyor: 1) Eylemin kasıtlı olması, 2) Hedeflenen kitlenin belirli bir ulus, etnik grup, ırk ya da dini topluluğa mensup olması.
Bu koşulların oluşmadığı arşiv kayıtlarımızdan anlaşıldığı gibi, yine Soykırım sözleşmesinin 6.maddesi, eylemin sorumlularının, suçun işlendiği yer mahkemesi ya da uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından mahkûm edilmesini şart koşmuştur.
Arşivlerde bulunan belgeler ve uluslararası hukuk açısından "soykırım" iddialarının asılsız olduğu açık ve nettir. Yeter ki sesimizi dünyaya duyurabilecek siyasi ve hukuki ciddi adımlar atalım