Hz. Ali, ordusuyla gelip Eşter'le buluştu. Ordu, Urfa'nın yüz otuz kilometre doğu kuzeyinde ve Fırat kıyısında bulunan Sıffin'e kondu. Hz. Ali tarafından bir genç su almak için gitmek istemiş, Şamlılar müsaade etmemişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali, Sûhân oğlu Sa'saa'yı, su almalarına müsaade etmesi için elçi olarak Muaviye'ye gönderdi.
Sa'saa gidip Hz. Ali'nin emriyle Muaviye'ye, "Biz, sizinle görüşüp konuşmadan, sizi doğru yola dâvet etmeden savaşmak istemiyoruz. Hâlbuki siz önce savaşa başladınız. Bu bir yana kalsın, şimdi de tuttunuz, su almamıza mâni oluyorsunuz. Israr ederseniz asıl savaş bu su yüzünden kopacak, günahı da size" dedi.
Muaviye, yanındakilere, "Ne dersiniz" dedi. Ukbe oğlu Velid, "Onlar, Osman'ı kırk gün kuşattılar, ona su vermediler, yemek vermediler, biz de onlara su vermeyelim, o kahrolasıcaları susuz öldürelim" dedi.
As oğlu Amr, "Bu doğru değil, biz su içelim, onlar susuz kalsınlar; bu nasıl olur? Su verelim. Ondan sonrasını da sonra düşünürüz" dedi.
Muaviye, buraya daha önce gelmiş ve nehir kıyısına konmuştu. Bu suretle su, Şamlıların elindeydi.
Velid, ilk fikrinde ısrar etti. Ebû Serh oğlu Sa'd'in oğlu Abdullah, "Geceye dek su vermeyelim; onlar susuzluktan bunalırlar, geri dönerler. Bu da ilk bozgunları olur. Su vermeyelim, Allah da kıyamet günü susuz bıraksın onları" dedi.
Sa'saa bu söze kızdı. Velid'i işaret ederek, "Allah, kıyâmet günü suyu kâfirlerden men edecek, bizden değil; bunun gibi kötü kişilerden" dedi.
Şamlılar, Sa'saa'ya sövmeye ve tehdide başladılar. Muaviye, "Bırakın bu adamı, o elçi" dedi. Sa'saa, "Hz. Ali'ye ne diyeyim" diye sordu. Muâviye, "Cevap göndereceğim, sen git" dedi.
Sa'saa dönüp Hz. Ali'ye olup bitenleri anlattı. Muaviye'nin cevabı da gerçekten geldi; Ebu'l- A'ver'i, bir fırkayla, suyu zapt etmek, Hz. Ali ordusundan bir tek kişiye bile su vermemek üzere Fırat kıyısına gönderdi. Hz. Ali'nin ordusu bir gün, bir gece susuz kaldı. Muaviye'nin adamlarından Akbal el-Hemdânî oğlu Maari adlı birisi, "Ey Muaviye, şaşılacak şey bu. Önce geldiniz, Fırat'ı zapt ettiniz, onlara su vermiyorsunuz. Eğer onlar önce gelselerdi vallahi size bunu yapmazlardı. Bilmiyor musun ki onların içinde de kul var, cariye var, ücretli adamlar var, zayıflar var, suçsuzlar var. Vallahi bu, cengin başlangıcı. Bu iş böyle giderse içlerindeki korkaklar bile yüreklenir, savaşmak istemeyenler bile savaşa kalkar" dedi.
Muaviye, bu sözlere pek kızdı, ileri-geri söylendi. Adamcağız da o akşam Hz. Ali tarafına geçti. Ebû Hâni, "O gece Eşter'le beraberdim, susuzluktan bunaldığını gördüm. Amcamın oğullarından birine, Emir susuz dedim. O, bütün erler susuz dedi. Kendime biraz su saklamıştım, Eşter'e götürdüm, sundum. Halk içmedikçe dünyada içmem dedi" diye anlatır.
Eşter de huzura geldi; "Ey Mü'minlerin Emiri, ne kadar mümkünse o kadar çekindik, ne kadar mümkünse o kadar öğüt verdik. Bir kırba su üç dirheme satılıyor. Lütfet, savaşa izin ver" dedi.
Hz. Ali, "Pekâlâ, yarın savaşın, hak ettiler artık" buyurdu. Eşter bunun üzerine sevinçle bağırdı: "Ey halk, ölüm isteyen bilsin, yarın sabah onunla karşı karşıyayız; yarın Fırat'a gidiyorum."
O gece on iki bin kişi ertesi sabah savaşmaya hazırlandı. Eşter hem silahlarını kuşanıyordu, hem de şu şiiri okuyordu: "Vademiz sabah vakti, ortalık ağarınca. Tuz olmayınca bir şey lezzetle yenir mi? Hayır hayır, öğüt vermeden hiç bir iş yapılmaz. Bu kavme öğüt vererek yürüyün. Ancak uzlaşmanın imkânı yok, uzlaşma nerde? Oklarımız yeter bize."