Merhum Abdülbaki Gölpınarlı bir eserinin önsözünde diyor ki:
"İnsanlar vardır; doğarlar, yaşarlar, ölürler, yaşayış sayfasında bir izleri bile kalmaz, zaman alanında bir sözleri bile söylenmez. Sanki doğmamışlardır, sanki yaşamamışlardır. Bir yıldız aksa göz alır, bir kuş uçsa kanadının sesi duyulur, hâlbuki bunlardan ne bir ses kalır, ne bir nefes.
Hâlbuki insanlar vardır, ömürlerini sürüp bitirirler fakat zaman onlar için akar, düşünce onların hayatını örer, inanç onlara bağlanır, düşmanlık onlara saldırır.
İşte İslâm tarihinde Ali (a.s) bunlardan biridir, hatta birincisidir. Daha Hz. Peygamber (s.a.a) sağken o, ölesiyle sevilen, öldürülesiye yerilen bir er olmuştu. Adına yıllarca minberlerde lânet edilirken o ad için can verenler vardı. 'Yâ Ali meded' sözü, ümitsize ümit veriyor, hastaya şifa sunuyor, kuvvet, kudret kaynağı oluyordu.
Ümeyyeoğullarını bu ad yıktı, onların zulmünü, bu ad sahibinin oğlu mazlum imam Hüseyin'in (a.s) kanı boğdu. Abbasoğulları saltanatını bu ad kurdu ve o imparatorluğu, içten içe, gene bu ad çürüttü. Âl-i Büveyh'le Fâtımîler bu adla kuruldu, Safevîler bu adla belirdi, gelişti. Mezheplerden bahseden kitaplar bu adla doldu, İslâm tarihi bu adla yazıldı, tasavvuf bu ada dayandı, İslâm felsefesi bu addan hız aldı, tasavvufî şiir bu adı andı. İsyanları bu ad kopardı, ölümü bu ad hiçe saydı, kalkan, 'Yâ Ali meded' dedi, düşen 'Yâ Ali meded' duydu.
Bir taraflı ve tek görüşlü tarihler, onu olasıya yerdi, ölesiye sevdi. Fakat bugün Ali, artık tamamıyla tarafsız incelemenin, doğru görüşün konusu olmalıdır. Ciddî geçinen yazarlar bile Ali'yi ya yalnız kahramanlık bakımından övmede yahut siyasette bir aciz timsali hâlinde görmede. Hâlbuki Ali (a.s) kahraman olduğu kadar fedakârdı. Ferâgat sâhibi olduğu kadar doğruydu. Mücessem bir inanç olduğu kadar mütefekkirdi. Alev gibi yakan bu er, sırasında seher yeli gibi okşar, açar, akarsu gibi yıkar, arıtırdı.
Şiddeti kadar merhameti, gönül alçaklığı kadar vakarı vardı. Ona bağlananlardan biri der ki: 'Hepimizden alçak gönüllüydü, öyleyken gene de yanında, başımızda yalın kılıç var sanırdık, ürkerek otururduk.'
Düşmanları bile üstünlüğünü inkâr edemezlerdi. Bilgisi sınırsızdı. Sözleriyse fesahate, belâgate örnekti. O güzelim sözleri övenler, 'Tanrı sözünden aşağı, mahlûk sözünden yukarı' demek zorunda kalmışlardı.
Siyaseti dalavereden, yalandan, düzenden, zulümden ibaret sayanlar elbette Ali'yi siyaset bilmemekle, acizlikle töhmet altına almak isteyeceklerdir. Zamanına kadar bozulan toplumu düzene sokamamışsa, bu, ancak onun hileye, düzene tenezzül etmemesinden meydana gelmişti. Hâlbuki Hz. Ali'nin Mâlik Eşter'e yazdığı emirnâme, onun tedbirde, idarede ne kadar olgun ve bilgin olduğunu gösteren en mühim bir vesikadır."